William Turner üzerine yeni bir yazı...
Sanat, bilim ve filozofi organik
bir birlik oluştururlar. Uzunca yıllar tek boyutlu bakış bu birliği görememiş,
sanat ile bilim arasına kesin sınır koymuş ve bunları filozofiden ayırmıştır.
Gerçekten bu üç alanı birbirinden ayırmayan tek bir bilgi kaynağı vardır, o da
bir yaratıcı ve sanatçı olan “doğa”dır. İnsan doğa ile arasındaki
yabancılaşmayı ne zaman ortadan kaldırır, o zaman gerçek anlamda sanat, bilim
ve filozofinin ne anlama geldiğini, daha doğrusu gelmesi gerektiğinin bilincine
varır. Filozofi, sanatı bilimle birleştiren canlı bir ırmaktır. İşte William
Turner’ın bir romantik sanatçı olarak İngiltere’de 19. yüzyılda vardığı
zihinsel bilinç böyle bir şeydi.
Rönesans’ın çok yönlü entelektüel
idealini fark eden yegâne insan Goethe’yi, resim sanatında gerek pigment ve
boya yönünde malzemenin kimyasal ve fiziksel tepkimeleri, gerekse doğayı gözlem
etme yönündeki değerlendirmelerine benzer araştırmaları Turner da ele almıştır.
Bu durum, bilim ve filozofi üçgeninde Rönesans’ta Leonardo da Vinci ile baş
gösteren bir algı biçiminin tekrardan uyanmaya başlamasıydı.
Turner için resimlerinde ele aldığı
tek bir bilgi kaynağı vardı: “Canlı doğa” ve “önyargısız nesnel gözlem”. Mesela
bizden de Avni Lifij poşatlarında böyle bir yolu izlemiş, o nedenle tipik bir
romantik sanatçı yapısı ortaya koymuştur. Bu yönde Turner, “metafizik”i fizik
ötesi olarak tanımlamaksızın, resmini somut ile soyut arasında inşa etmiştir.
En soyut yapıtında bile Turner, görüneni metafizik olarak değerlendirmemiştir.
Bu metafizik olarak nitelenen şey aslında fizik dünyanın içindeki gizlerdir,
sağlıklı bir zihnin ve tinin gözüyle araştırılması ve ortaya çıkarılması
gereken şeylerdir.
Turner, doğayla içinden kaynaşmış
ve onun bir öğesi olarak görmüştür kendini. O nedenle nesnelerin üzerinde
düşünecek yerde, onların içine dalmış ve onun içinde ne gibi bir yaşam olduğu
ve bu yaşamın nasıl etkiler taşıdığıyla ilgilenmiştir. Onun kendini fırtınalı
havada bir teknenin direğine bağlayıp da doğayı içinden deneyimlemesi boşuna
değildir. İşte bu hareketi bile zamanının sanatçılarından Turner’ı ayırdığı
gibi, Leonardo da Vinci’den o yana geçen ortalama üç yüzyıllık süreçte
uygulanmayan bir şeyin yeniden hayata geçirilmesi anlamına da gelmiştir.
Mesele şudur Turner için: Kendi
tinini deneyime daldırarak, ideayı araması. Bu ideayı araması, bedensel
gözleriyle değil de, tinsel gözleriyle gerçekleştirdiği bir şeydir. Duyusal
olan fiziksel, tinsel olan ise tinsel gözle alımlanmaktadır. Buradan hareketle
Turner’ın resimlerinde kozmos düşüncesi, her bir yapıtta yeniden ele alınır. Bu
ele almada Bruno’nun ileri sürdüğü kozmosun sonsuz ve canlı bir organizma
olduğu kabul edilmiş görünmektedir. Yaratıcı gücün doğanın dışında değil,
içinde olduğuna inanç göstermesi, sanatçının bir manzara ressamı olmasının en
temel nedenidir. Böylece Turner’da doğa, sanat ve insan ilişkisinin bilincine
varılmış bir içsel huzur veya karşıtı huzursuzluk olarak dikkati çeker.
Turner’ın düşünce yetisi, canlı ve
süreçlere yönelikti, zira bunun böyle olduğunu hemen her resminde farklı
şekilde değerlendirdiği değişken manzara yapıları rahatlıkla açıklamaktadır.
Tamamen doğaya organik bir bakış söz konusudur. Bu noktada sanatçının bir doğa
araştırmacısı gibi davranması da kaçınılmaz olmuş ve nitekim Turner, uzun
yürüyüşler, doğada resim yapmalar ve benzeri hareketlere bunun için yönelme
gereği duymuştur. Bu noktada bir sanatçı, doğanın sonsuz zenginliğinden,
yararlanabildiği kadar yararlanma olanağı da bulmuş olur. Bu nedenle Goethe’den
söylersek, ya Morfoloji’ye yani form bilimine yönelecektir, ya da renk
öğretisine. İşte Turner’ın özellikle renk konusunda fizik yönde merakları
olduğunu ve bu yönde irdelemelerde bulunduğunu biliyoruz ve sanatçı renk
konusunda derinleşmeyi tercih etmiş, özellikle de renk ve ekspresyon ilişkisini
irdeleme yanlısı olmuştur.
Yine Goethe’den söyleyecek olursak,
ona göre var olan iki tür gözleme, bizce Turner da ilgi duymuştur: Bunlardan
birincisi görüngülerin ön yargılardan kurtulmuş ve kavram şablonlarından
arındırılmış nesnel gözlemi, ikincisi ise yine o gürüngülerin içinde yatan ve
onların sayısız metamorfozlarını sağlayan yaratıcı ideanın intuitiv gözlemi.
İşte Turner’ın bu iki gözleme de yöneldiğinin en önemli göstergesi,
resimlerinde izleyiciye dönük belirginleşen ve belirsizleşen atmosfer
tanımlamaları ve sayıca artıp azalan elemanlarının durumudur.
William Turner buraya dek dile
getirdiklerimiz ışığında klasik olandan modern olana, modern yanlısı bir geçiş
sanatçısıdır. Nasıl bir geçiştir bu? Somut olandan soyut olana doğru. O nedenle
bir şeyin biraz daha eksik kaldığı vurgulanabilir: Yaşamı kavramak için gözün
duyusal olana ulaştığı, ancak sanatçının duyular üstüne yönelmede bir tamlık
göstermediği, ancak bu tamlık için üstüne düşen görevi de yerine getirdiğidir.
Yararlanılan Kaynak: Dinçer Yıldız, Geothe’nin
Doğa Felsefesi, Ankara, Sun Yayınevi, 2010.
Bu yazım, Kanon 2010 Dergisi'nin Ekim-Kasım 2018, Sayı: 1, s. 25'de yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder