Kayıtlar

Ekim, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Avni Lifij'i abartma malzemesi yapmayın lütfen..!

Resim
Avni Lifij'in kaleme aldığı yazıların bir kitapta toplanması son derece yararlı ve bana soracak olursanız oldukça gecikmiş bir iş. Nitekim yeni kuşakların, böylesine resim sanatımız açısından modern çağdaş kök olmuş birisini, özellikle onun entelektüel yönünü anlaması için yazdıklarını okuması çok önemli. Fakat ülkece bir sanat felsefi toplum olmadığımız, aslında daha doğrusu hiç bir alanın filozofisini gerçekleştiremediğimizden ötürü, hazırlanan kitabın editörünün kaleme aldığı yazıda, özellikle iki vurgu dikkatimi çok çekti: Biri; metnin başında Lifij'in bir efsane olarak gösterilmesiydi. Kanımca bu, ancak gerçeklerden uzaklaşmak veya gerçekleri hiç anlayamamakla eş bir tutum olabilir. Bunu, efsane sözcüğünün anlamlarına TDK'dan bakınca daha da iyi anlıyoruz: Üç anlamı var bu sözcüğün:  " Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlıkları, olayları konu edinen hayalî hikâye, söylence".  " Gerçeğe dayanmayan, asılsız söz, hikâye vb" ve "

Gerçekler üzerine düşünürken 2

Resim
İslam ve kozmoloji konularındaki çalışmalarım sürüyor; sürdükçe düşünme ve düşünce üretmelerim, zihin içi tartışmalarımda yoğunlaşmalar, daha bir kendini kabul ettirme noktasına varmakta. Bu bağlamda "İslam Sanatı" kitabımı kaleme alırken İhvan-ı Safa topluluğunun düşüncelerinden çok etkilenmiş, dolayısıyla bir İslam sanatı bakışı ortaya konulacaksa, bunun düşünsel ön planında göz ardı edilmemesi gerektiğine kanaat getirmiş ve değerlendirmiştim. Sonrasında bu yöne olan merakım giderek arttı. Hüseyin Nasr okumaları yapmaya başladım; özellikle de "İslam Kozmoloji Öğretilerine Giriş" ile işe başladım. Bu kitap en başta İhvan-ı Safa olmak üzere, bambaşka yerlere taşıdı beni. Fakat sonuçta ele alınan "hochwelt", yani yüksek alem düşüncesinin Batıda Doğuda da olan bir şey olduğu ve aynı noktalara vardığının rahatlıkla altını çizebilirim. O şeye ulaşana ne mutlu; ulaştım mı, evet, o şeyi yakaladım. İşte o şeyi yakalayınca her olguya bakışınız değişiyor, ele al

Gerçekler üzerine düşünürken 1

Resim
İslamiyetin varlığı ve bu varlığın üzerinden 4 ve 5 yüzyıl sonrası yani 11. ve 12. yüzyıllarda sanat ve bilimdeki özgür yoğunluk, konuyla ilgili herkesin dikkatini çekmiştir ve neden-sonuçları önemlidir. 11. yüzyıl sadece belirli bilimlerdeki çalışmaların doruk noktasına vardığı bir zaman dilimi değil, aynı zamanda ileriki yüzyıllarda bilimler üzerinde sürekli etkisi olacak "Doğa Felsefesi" ve kozmolojik bilimlerin de en aktif olduğu dönemdir. Bu, Ihvan-ı Safa, el Biruni, İbn Sina vb'lerin yaşadığı ve yazdığı bir dönemdir. Bu dönemde önemli hermetikler ve sufiler de yaşamıştır. Özellikle matematikte de önemli isimler yer almıştır. 12. yüzyılda da 11. yüzyıldaki kadar hızlı olmasa da İslam bilimi ve sanatları gelişmeye devam etmiş, böylece 11. yüzyılın gelenekleri Selçuklu devrine taşınmıştır. Bu iki yüzyıl İslam tarihinin en hareketli dönemidir ve belirgin eylem noktaları da Ihvan-ı Safa, el Biruni ve İbn Sina'dır. Bu noktalardaki "doğa felsefesi" mes

Yorum yapma hakkı..!

Resim
Dünyanın önemli sanat metropollerinde bir sergi üzerine, o sergiyi gezenlerin de yorumda bulundukları ve bu yorumların kayıt altına alındığı, hatta ilgili sergi ile yapılan yayınlarda bu yorumların değerlendirildiğini de zaman zaman da olsa görürsünüz. Türkiye'de izleyicinin en olumsuz ve en olumlu yaklaşımlarına değer gösterildiği, dahası kayıt altına alındığına ise tanık olmadım. O nedenle dün, Facebook arkadaşlarımdan Nazan Aksöz'ün yalın bienal yorumları mutluluk verdi bana ve o nedenle paylaşma istenci duydum; çıplak gerçekliği içermesi ve saflığı önemliydi bence. Çünkü sanat üzerine en saçma sapan yorum bile olsa, en azından önemlidir bana göre. Kaldı ki Aksöz'ün yorumları oldukça ciddi sorgulamaları hatırlatmasıyla önemli. O yorumları buradan da paylaşmak isterim: Soldaki görsel Venedik Bienalinde sergilenen dev heykel çalışması Adı:Köprüler Kurmak | Lorenzo Quinn, 2019 İtalyan sanatçı Lorenzo Quinn, 58. Venedik Bienali k apsamında 15 metre uzunluğunda el heykeller

Maskelerin arkasında bir yerde...

Resim
Türkiye'de ne yaşanıyor biliyor musunuz? Aynen şu: "Takılan maskeler ikinci bir mizaç olmuş durumda". Biriyle diyalogta iken maskeli mi maskesiz mi önce bunu sorgulamak zorunda kalıyor, hayli zaman kaybedip, yoruluyorsun önce, dolayısıyla bu durum iki kişiyle aynı anda bir diyalog mücadelesi vermek demek de olmakta ve yapay olan maske bir de ortalığı karıştırmakta, hangi yöne nasıl ve ne şekilde hitap edeceğinizi bilememenin büyük sıkıntısını yaşatmakta size. Zaten diğer taraftan bu toplum insanının cehaleti de başka bir sıkıntı. Afallayıp kalıyorsunuz öylece, donuyorsunuz ve şaşkınlık bile yaşayamadan zaman öylece ruhtan uzak bir şekilde akıp gidiyor. Aslında bir bakıma her şey ne kadar anlamlı ya da anlamsız sorgulamasını o kadar sık yapar hale gelmiş oluyorsun ki, bunun başlı başına kaos yarattığınınsa çok az kimse farkında... James Ensor Facebook'tan doğru ve yararlı paylaşımlar yapan Naz Sezer arkadaşım paylaşmış, tespit edilebilirse yazan kişiyi de ve

Bugün ülke...

Resim
Bu coğrafyada gözü olanları deliye çevirmiş ve bu nedenle içeriden oluşturdukları işbirlikçiler aracılığıyla ülkemiz, Atatürk'ün öldüğü günden itibaren adım adım yıkılıyor. Önceleri bu yıkım çok sesiz yapılırken- tam olarak anlaşılmadan -, son on, on beş yıldır sosyal medyanın da sayesinde hepimizin gözü önünde yapılıyor. Zaten sosyal medyanın dışındaki medyanın zayıflaması ve bir öneminin de kalmaması da sosyal medyanın gücü ele geçirmiş olması. Bu olan bitenlere-yıkıma ses çıkaran var, çıkarmayan var. Ses çıkaranların bireysel kalanları var, bunu az da olsa toplumsallaştırıp ufak da olsa bir sonuca gidenleri var. Neyse sonuca gitmek, olan biteni gözlemleyip, denetimleyebilmek gelişmiş kafaların işi. Para uğruna toplum ve ahlak değerlerini ve daha nicelerini satmamak da öyle. Fakat ne yazık ki yoğun bir satış var toplumun her türlü tabakasından gelen. Ülke adım adım satıldı, parsellendi. Bu bir tarafa, borçlandırılan vatandaş paketlendi ve satışa sunuldu; kısaca gıkını çıkaram

Önce ciddi olacaksın..!

Resim
Bilim yapacaksan Almanca dile hakim olacaksın, daha doğrusu Almancayı bilmek değil, içselleştireceksin. Fakat bu oldukça zor. Almancada düşünmüş ve yazmış insanların içinde öne çıkanları iyi tespit edebilmenizle de ilgili söz konusu zorluktan sıyrılmak. Sadece dile hakimiyet yetmez, o dilde okuduklarınızın da büyük önemi var. Aynı şey Türkçe için de geçerli. Türkçe'de de neyi okuyacağınızı, hangi yazar/lara odaklanacağınızı da bulmak öyle kolay bir şey değil; hele günümüz popülerliğine takılıp giderseniz işiniz daha da bir zor. 2011'den bu yana sanat ve bilim ilişkisini hemen her gün üç beş saat uyku saatimin dışında sürekli kurcalıyor ve bazı konuları irdelemeye çalışıyorum. Bunların büyük bir kısmı benim gibi değil de, sanat ve bilim ilişkisine daha erken yaşlarda meraklananlar olur düşüncesiyle kitaplaştırıldı, yeri geldikçe video kaydı ve yazı olarak da ele alınmaya çalışılıyor. Bilime yaklaşmaktaki biricik konu merak. Merak eden kimse bir sonuç alır veya alamaz bilimsel

Ütopya

Resim
Şu ütopya konusunda bir şeyler yazmanın zamanı geldi de geçiyor. Kısaca ütopya nedir?, TDK'daki karşılığı şöyle: "Gerçekleştirilmesi imkânsız tasarı veya düşünce". Bir de filozofik olarak bakalım ütopyanın tarifine:  "İdeal bir toplum düzeni ya da yönetim biçimi ortaya koyan tasarım " (Cevizci F.S, s.1906). Gelecek için bugünden söyleyecek olursam, doğaldır ki ütopya yapacağız; bundan başka da açıkçası ülkem için başka bir yol da yok! Ütopya düş mü, gerçek mi olur gelecekte, bu sizin söylediklerinize, belgeleriyle birlikte bıraktığınız yazdıklarınıza bağlıdır. Buna gelecek karar verir. Ancak bugünü doğru okuyan birinin gelecekte ütopik kalacağını hiç sanmam. Mutlaka yaptıklarında, yazdıklarında düş payı sabit kalacaktır, ancak bugünü doğru okuyan birinin geleceğe gerçekçi açılar bırakması olasılığı çok yüksek.  Bugünü acımasızca eleştirmeyen birinin ütopyayı bırakın, yaşama şansı kalmaz. Yaşıyorsak ve bu kadar üretmiş ve  kırk yıl öncesine göre  bunun sonuçla

Yök, yok olana kadar...

Resim
Şu sanat meselesi dahil, yaratıcılıkla ilgili ne kadar alan varsa, hepsi ile ilgili kişi, çok büyük yüzdeli alt yapıyı 0-5 yaş arasında oluşturuyor. Bu pedagojik gerçeklerden biri. Ayrıca kişi ileri ülkelerde takip ediliyor; yuvadan liseye kadar izlenerek bir kimsenin nasıl bir alana yatkın olduğunun gözetlemesi yapılıyor; en azından yuva ve ilköğretimde bu işler ciddiye alınıyor. Şu bilinmelidir ki yetenek değildir konu, yatkınlıktır ve konu yatkınlık olunca da herkese eşit oranda yaklaşım sağlanır. Yaratıcılıkla ilgili alanların yarıştırılmasından ziyade teşvik edilmesi de söz konusudur ileri ülkelerde. Şimdi tekçi gestapo bir kurum olan Yüksek Öğrenim Kurumu (YÖK) bazı alanlarda özel yetenek sınavını kaldırmış. Hemen şu geldi aklıma; kaldırsa ne olur, kaldırmasa ne olur, yüksek öğrenime gelene kadar ülkede eğitim hapı yutmuş, sen o eğilim, yatkınlık meselesini yuvadan lise önüne kadar takip etmedikten sonra ne yapsan boş. Zaten YÖK boş ve zarar veren bir kurum. Görsel sanat eğit

Emil Nolde ve manzaraları

Resim
Önce sanatçı ile kısa bir bilgi verelim: Nolde Emil (1867-1956) Alman ressam ve gravürcü Nordschleswig’de bir çiftlikte Emil Hansen ismiyle dünyaya gelmiştir. Daha çocukluğunda resme meraklı olan sanatçı, on yedi yaşında mobilya ve ağaç oyma üzerine eğitim almıştır. 1888’de de Karlsruhe Uygulamalı Sanat Okulu’na girmiştir. 1890’da Berlin’e taşınmış ve bir mobilya fabrikasında çalışmıştır. 1891’de İsviçre St. Gallen Endüstri Meslek Müzesi’nde görev alarak burada iki yıl bulunmuştur. 1897’de Jugend (Gençlik) dergisi sanatçının iki resmini yayınlamıştır. Bu iki kartpostal resmi öylesine ilgi görmüştür ki, sanatçı on gün gibi bir sürede bunlardan yüz bin adet bastırıp satmıştır. Nolde, böylece ressam olmaya karar vermiştir. Münih Akademisi’ne giremeyince özel sanat okullarında eğitim görmüştür. Özellikle Paris’teki Akademi Julian önemli bir yer tutar. 1901’de Danimarka’ya seyahat eder ve bu sırada düşsel manzarası “Vor Sonnenaufgang”ı (Güneş Doğmadan) yapar. 1901’de evlenir, Berlin’e yerl

Rembrandt'da varyasyon

Resim
Sanatçının yaşamı ve sanatına ait diğer metnin üstüne özellikle sanatçının ifade ve bununla özellikle karanlık ve aydınlık karşıtlığında kastetmeye çalıştıklarımızın daha iyi anlaşılabilmesi adına Münih’te bulunan ve sanatçının olgunluk dönemi içinde yapılmış, gerek konuları, gerekse üslup açısından aynı diyebileceğimiz ve tarafımızca bir dörtleme olarak sunulabilecek bir varyasyon zenginliğine sahip dört yapıtı üzerinden bazı çözümleyici bazı açıklamalarda bulunmak istiyorum.  Yapıtlar isimleri bağlamında şöyle bir sırayla ele alınabilir: 1633’e ait “Çarmıhın Kaldırılması” ve “Çarmıhtan İndirilme” ile 1635-1639 arasına ait “İsa’nın Dirilişi” ve “İsa’nın Gömülüşü”. Burada dört yapıttan oluşan iki grubun da yan yana getirilmesinin haklı nedenleri olduğunu dile getirebiliriz. Bu yapıtları Rembrandt içi bir analojiyle karşı karşıya getirirken, sanatçıyla ilgili ne varsa bunlara da dokunabileceğimiz inancını taşıyoruz. Burada ele alacağımız dört yapıt da İsa’yaşamı ve bir alt başlı

Rembrandt ve ifade

Resim
Rembrandt Öncesi Rembrandt’tan önceki sanat dönemlerinden birkaç örnek vererek asıl konumuza bir yol açacak olursak, meseleyi ifade yönünde kurcalayan ilk büyük sanatçının Giotto olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Çünkü böylece Rembrandt’ın önünde ve ifade konusunda ne gibi birikimlerin de olduğunun tam olarak anlaşılmasını istiyorum. Gerçekten Floransalı fresko resim ustası Giotto, sanat tarihinde bir “A Noktası” olmasının ötesinde, ifade kavramı üzerinden yürüyen değişimin de hazırlayıcısı olmuştur. Burada örnek olarak sunduğumuz “İsa’nın Ölümü” isimli kompozisyonuna baktığımız zaman, özellikle yer ve gök unsurları olarak resmin ikiye bölündüğü ve bu ikiye bölünmeyle birlikte, gök kısmında yani yukarıda insan kisvesine bürünmüş melek figürlerinin, hepsinin bu trajik olay karşısında üzüntü içinde, hatta bazılarınınsa ağlar durumda olduğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bu söylediklerimiz tamamen jest ve mimiklerin şekil bulduğu ifade bağlamlı vurguların kendisini göstermesiyle ilgilidir

Mehmet Turgul Anday Sergisi

Resim
Sergi, 10 Ekim-5 Kasım 2019 tarihleri arasında GALERİ ARK’ta. Yaratıcı sanatla ilgilenenlerin bu sergiyi görmelerini tavsiye ederim. ..2015’in yaz aylarında, arkadaşım sanatçı Semra Göney’in aracılığıyla, sanatçısının “Artab” tanımlaması altında sunduğu bir dizi resimle tanışıyordum. Bu sanatçı, resimleriyle tanışmamdan yaklaşık bir, bir buçuk yıl önce yaşama gözlerini yuman Mehmet Turgul Anday’dı. O da resimleri aracılığıyla yeryüzüne inen tinselliğini tüm zenginliği ile sunmakta, o günden itibaren de kafamda bir çekmece açıp, üzerinde düşünmeme neden olmuştu. Yıllarca atölyesinde kapalı yaşamış, oldukça az; bir iki insanla yakınlaşmış, içe dönük psikolojik boyutunu, resimlerini aracı ederek dışa vurmaya çalışmış, adeta bir mağara ressamı gibi davranışlar içinde olduğunu üflemişti yüzüme. Sanat işte böyle bir şeydi, kolay olmayan, kendine yaklaşıp, meşgul olacaklara meşakkatli bir yolu öngörüyordu... (Ö. Eroğlu, Türkiye’de Sanatın Durumu, İstanbul, Tekhne, 2019, s. 193) ...Mehmet